Bizler yani insan türü, değişik varlıklarız. Sinir sistemimiz ya bizi yatıştırmak ya da aktive etmek için sürekli çalışıyor. Hormon sistemi bu sistemle iç içe haberleşerek devam ediyor günlük döngülerine. Bu şekilde birbiriyle koordineli çalışan 8 ana sistem (boşaltım sistemi, solunum sistemi, hareket sistemi, sinir sistemi, dolaşım sistemi, üreme sistemi, sindirim sistemi, endokrin sistemi) var vücudumuzda. Organların ve hatta hücrenin kendi içindeki çalışma sistemlerinden bahsetmiyorum bile. Bu sistemler bizim yıkım ve yeniden yapım süreçlerimizi koordine ediyor. Yıkım zamanla geliyor, ama yıkımı hızlandıran unsurları biz bir şekilde becerip sisteme atıveriyoruz. Toksik unsurlar bunlar. Kendi kendimizi sabote etme araçlarımız. Tam diğer uçta ise hücreleri besleyen sağlıklı gıda, oksijen, iyi düşünceler, yeteri kadar hareket ve bizi yani benliğimizi destekleyici ortamlarla sağlıklı bağlandığımız topluluklarla beslenmek vardır. Tüketmek yerine beslenmek, yenilenmemize ve doğal döngünün bir parçası olan yıkımın etkilerini temizleyerek yeniden yapımı destekler. Böylece büyüyüp ilerleriz.
Sürdürülebilirlik işte tam budur. Daimi yıkım ve yeniden yapım sürecidir; tanımı gereği yenilenmek için eskiyi bırakmayı da kapsar. Yıkımı ne destekler?
Bedenimizden devam edelim, öncelikle “zaman” yıkımı destekler. Zamanla birlikte hücrelerimizin esnekliği, kendini tamir ve geliştirme becerisi yavaşlar. Bu süreci olumsuz etkileyen şeyler de toksik olan her şeydir. Toksik yiyecek ve içecekler, toksik ilişkiler, toksik bir bakış açısı (kendimize ve çevremizdekilere, bizi desteklemeyen ilişki ve ortamlar) da bizi örseler. İçimizdeki sabotör iyilikle ve eğlenceli bir vaatle yola çıkabilir. Bazen de korku alanımızdan ses verir, çaktırmadan bizi yoldan çıkarabilir ve bu toksik birikintiler içinde kalabiliriz. COVID-19’da sizi yönlendiren düşüncelerinizi izleyin. Hangisi sizi aşırı temizlik ve titizlik, haber kontrolcülüğü veya sık sık buzdolabı ziyareti için yönlendiriyor? Böyle anlar yaşamak doğal, farkındalık ve şefkatle kendi benliğinizin merkezine gelmek için yuvanızla kendinizle iletişim içine geçmeniz gerekir. Sakin bir durmak ve nefesinizi sakince omurga boyunca yukardan aşağıya izlemek için ara vermek gerekir. Bahsettiğimiz iyi döngüler devrede olduğunda sinir sistemi bedene panik vaziyet olan sempatik sistemi çalıştırmak yerine sakinlik vaziyetine yani parasempatik sisteme geçirir. Vagus rahatlama sinyali verir, yaratıcılık bu dönemde yükselir, neşe, sağlık ve iç huzur alanı genişler. Böylece bedendeki tüm döngüler negatiften pozitife geçer. Bir duraklayıp bakabilsek, an’da kendimizi nasıl tuttuğumuza. Nefesimizin derinliğine teslim olsak ve nefesimizin bedenimize taşıdığı oksijen, gıda ve iyi düşüncelere yer açsak işte o zaman sabatörcü düşünceler hâkimiyet sağlayamayacak.
COVİD dönemi bunu gözlemlemek için iyi bir dönem olabilir. Uzmanlardan öğrendiğimi şu ki, COVİD’den korunma yolları birer sakınma stratejisidir. Temiz kalmak, maskemizi doğru şekilde kullanmak, sosyal mesafeyi korumak bizi COVİD ile temas etmemek için destekler. COVİD’i en hafif şekilde atlatabilmek ise vücudun dayanıklılığı ile ilgilidir. Onu nelerle beslediğimiz ve ne şekilde tuttuğumuz ile ilgilidir. Dayanıklılık sadece beden ile de sınırlı değildir. Zihinsel ve ruhsal durumla bedenin durumu etkileşim halindedir. Bedenimiz de yerküre gibidir, sistemleri ne kadar güçlüyse karşılaştığı baskı ve zorlukları bu sistemler üzerinden savuşturabilir. Bu olumlu bir dışsallık sağlar, iyi olma hali. İyi olma hali sayesinde ilerleyebiliriz ve hayat tüm potansiyelimizle sarılabiliriz. Kendi potansiyelimizi etki alanımıza ne kadar taşıyoruz? Kendimizin ve etrafımızdaki dünyanın iyi olma hali için potansiyelimizin ve kendimizin ne kadarımızı ortaya koyuyoruz? Yaşamın alma ve verme dengesi içinde sadece alıyor muyuz? Yeterince almadan bolca veriyor muyuz? Alıp yeterince, beslenip fazlasını paylaşmayı ve daha fazlasına da yeter demeyi biliyor muyuz?
Bedenimizden evimize gelelim. Evimiz olan yerkürenin tansiyonu çok yukarılara çıkmış durumda. Dünyamız homurdanıyor, ateşi çıkıyor, tepesinden aşağı sular iniyor, giderek ısınan sular, Antarktika gibi muhteşem buzullarla doğa harikası bir oluşumun yarısı eriyor, tüm ormanların yarısı yok edilmiş, tüm denizlerdeki sağlıklı canlı renkler yerine boz, gri, pas renkler yayılmış dört bir tarafa. Bronz çağı gelince aydınlanma başlamıştı. Bronz, demir, bakır ne ışıltılı güzel şeyler. Nasıl oldu da bu ışıltılarla gözümüz, aklımız sarhoş oldu? Kalbimizi, midemizi, ailemizi besleyen yeşiller, morlar, sarı ve turuncular, kırmızılar, turkuaz ve maviler ve bunların binlerce tonu yerine gözümüzü bir türlü doyurmayan üç rengi seçtik?
Hangi sabotörcü düşünceye teslim olduk da büyük yuvamızla bağımız bu şekilde koptu ve sadece almaya odaklandık, yerine koymadan üstüne vermeden?
Uyanma – durma – ayarları yerinden kurma vakti geldi.
Alice Pişmanlıklar Diyarında, Tavşan saati tutuyor telaşlı. “Herkese haber verin” diyor “Nasıl birlikte yaptıysak yine birlikte yapacağız” bu sistem bizi taşımıyor, biz de onu taşımayalım üstünden inelim kendine gelsin gari! Yeni bir sistem tasarlayalım her birimiz elimizdeki sihirli değneğe yeni niyetler yükleyelim.
Halen dakikada (evet bir dakikada) bir kamyon eşdeğerinde plastik okyanusla buluşmaya devam ediyor. Her saniye 6 çöp kamyonu gıda çöpe gidiyor. Her yıl 15 milyon ağaç kesiliyor. Dünyanın atıkları arıtacak hali olmadığı gibi kendi ateşini düşürmek için onu serinletecek ormanları ve okyanusları yardıma muhtaç durumda. Belki bizim kurduğumuz iş dünyası COVID19 yüzünden durma noktasına geldiği için güzel dünyamıza atık bırakmak azalmıştır. Hava kirliliğinin çok düştüğü söyleniyor ama şu istif etme haline bakılırsa evlerde bolca atık ve su kullanımı olabilir diye tahmin ediyorum. Ne dersiniz? Evde kaldığımız süre içinde kaynaklara ve atıklarımıza ne kadar dikkat ediyoruz? Atıklardaki mesele şu ki temiz su kaynaklarına parçalanmış plastik partikülleri karışıyor. Öyle devam ederse 2050’ye kadar okyanuslarda balıktan çok plastik olacak. Dünyanın kendini yenilemesi için 1970’li yıllara kadar bir takvim yılı yetiyordu. Şimdi Temmuz ayına geldiğimizde dünyamızın tüm kaynaklarını tüketmiş ve 7 ay için bir sonraki seneden çalmış bulunuyoruz. Yani sürekli çocuklarımızın geleceğinden yiyoruz. Sadece çocuklarımızın değil, onlara sağlıklı sistem sunabilmesi için dünyanın üzerinde barınmaya devam etmesi gereken biyosistemin tüm türlerinin çocuklarından da yiyoruz[1].
Kaldı ki, insan türünün diğer canlılardan üstün yönleri var. İnsan, erdemini, sezgisini, kalbini işin içine kattığında; kendi içindeki zenginliği şefkatle kabul ettiği gibi, çoğulun aklını, çeşitliliklerini ve çeşitlilikteki bereketi de gördüğünde, yıkma, yakma ve yeniden yapma israfına düşmez. Demek ki ona “insan”a bu yolları sunan sistemrler tasarlamamız gerekiyor. Hem teşvik eden hem diğer tarafa yöneldi mi aman dur diyen. Kaynaklarımızın dünyamızın sınırlarını gördük. Artık bu şekilde zorlamaya devam edersek geleceğin bir ön gösterimini COVID ile gördüğümüzü söylüyor araştırmacılar. Bunlardan biri de Thomas Friedman, en son DEIK için yaptığı canlı yayında bunu ifade etti. Demek ki nasıl COVİD’de ortak bir yaklaşım ve tutum norm haline geldiyse burada da dünyanın kendi bütünlüğü için yeni bir “ortak tutum”da buluşmamız gerekiyor. Demek ki bu STOP anında ve sonrasında bir geri durup, gözlemleyip, düşünüp, neleri dünya ailesi olarak daha farklı yapmamız gerektiğine kafa yorarak START yapabiliriz. Ana akımlaştırdığımız unsurlara bir daha bakmak ve herkesi ana akımlaştırmak için sarf ettiğimiz gayrete, sistemdeki kültürel ve ekonomik teşvik mekanizmalarına da bakmak gerekiyor. Bunu ve önerilerimi bir başka yazımda ele alacağım, buradan, daha yakın zaman için bir STOP önerisi olan Sevgili Yılmaz Argüden hocamızın “Durdurun Dünyayı İnecek Var” yazısına geçiyorum.
Sağlık ve sevgiyle kalın.
Aylin
[1] https://www.footprintnetwork.org/our-work/ecological-footprint/